top of page
kum-ogretmeni-logo.png
  • Yazarın fotoğrafıSezer Demir

Bir Film: Acı Bir Hayat Öyküsü

Güncelleme tarihi: 15 Ağu 2020

Çağrışımlar insanın zihnini garip bir biçimde harekete geçiriyor. Bir koku bir mekanı, bir resim bir olayı ya da bir eşya bir insanı hatırlatabiliyor insana. Yakın zamanda dinlediğim “Precious” adlı parça da bana aynı adlı filmi çağrıştırdı. Ülkemizde “Acı Bir Hayat Öyküsü” adıyla gösterime giren filmi yaklaşık beş yıl önce izlemiş, çok etkinlenmiştim. Ben de bu nedenle bu hafta bu filmi yazmaya karar verdim, demeyi çok isterdim ama maalesef bu filmi yazmaya böyle karar vermedim. Beş yıl önce bu filmi üzerine düşüncelerimi paylaşmaya beni yönelten şey Özgecan Aslan’ın canice katledilişiydi. Maalesef o günden bugüne kadına yönelik şiddet korkutucu bir boyutta arttı. Her geçen gün kadınlara yönelen ve doğrudan yaşam hakkını tehdit eden dur durak bilmeyen erkek şiddetinin bir başka canice ve rezilce yüzünü görüyoruz. (Ben bu yazıyı yazarken “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu”nda yer alan “Anıt Sayaç”taki-bu yıla ait şu ana kadar katledilen kadın sayısı-sayı 285'ti. Bu sayı 2008’de 66, 2015’te 293'müş.) Dünyanın dört bir yanında kadınlara yönelen erkek şiddetinin ve içinde bulunduğumuz cinnet halinin normalleşmemesi için bu hafta bu film hakkındaki düşüncelerimi tekrar paylaşmaya karar verdim.


Precious/Acı Bir Hayat Hikâyesi 2009 yapımı bir film. Sapphire’ın romanından Geoffrey Fletcher tarafından senaryoya uyarlanan filmin yönetmeni Lee Daniels. Film “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ve “En İyi Uyarlama” dalında Oscar’a uzandı. Film, Claireece “Precious” Jones adlı genç siyah bir kadının, Harlem’de 80’li yılların sonunda yaşadığı trajediyi konu alıyor. Precious, okuma yazma bilmiyor. Babasının tecavüzü sonucu bir bebek dünyaya getirmiş. “Mongo” adlı kız çocuğu iki yaşlarında ve down sendromlu. Annesi uyuşturucu bağımlısı olduğu için “Mongo”ya anneannesi bakıyor. Aile Precious okula devam ettiği için sosyal yardım alıyor ve bu sayede “geçimini” sağlıyor. Babasının devam eden tecavüzleri sonucu ikinci kez hamile kalan Precious okul yönetiminin bunu öğrenmesi üzerine okuldan uzaklaştırılıyor. Sosyal yardımın kesilmesi riskiyle karşı karşıya kalan Precious alternatif eğitim veren bir kuruma devam etmeye karar veriyor. Burada “Bayan Rain”le tanışan Precious okuma yazma öğrenip mahkum edildiği cehennemden çıkmanın yollarını aramaya başlıyor.



Son derece trajik bir hikaye olan Precious, ajitasyona başvurmadan birçok açıdan dezavantajlı bir durumda bırakılan genç kadının öyküsünü başarılı bir biçimde anlatıyor. Yönetmen, Precious’un karşı karşıya kaldığı insanlık dışı durumla başa çıkmak için hayal dünyasına sığınışını ve öz benliğini koruma gayretini hayal sahneleriyle çarpıcı bir şekilde izleyicisine ulaştırıyor. Beyaz Amerika’nın bildik yol ve yöntemlerle yokluğa, yoksulluğa ve cehalete mahkum ettiği siyah Amerika'yı dönemin siyasi atmosferinin getirdiği ayrımcı söylemi fonuna alarak anlatan film sıradan bir trajedi/dram vasatlığına savrulmuyor. En önemlisi de ön yargıları ve ayrımcılığı besleyecek, süper kahraman yaratacak bir dile yaslanmadan Precious'un yolculuğunu perdeye taşıyor.


SON SÖZ


Biz bugün, her zamankinden daha fazla kadına yönelik şiddet haberi alıyor ve bunun karşısında bize atalete sürükleyen bir çaresizlikle kalakalıyoruz. Oysaki o kadınlar ölümleriyle haber olmadan çok önce Precious gibi çaresizlik içinde seslerini duyurmaya çalışıyor ve bu korku veren durumdan kurtulmanın yollarını arıyorlar. Biz onları yeteri kadar duyuyor ve onlara destek olabiliyor muyuz? Bu önemli bir tartışma konusu. Peki, bu durumda sinema ne yapabilir? Sanırım sadece hatırlatır ve utancımızın diri kalmasını sağlar.

Lanet olsun ki gerçeklik algımızı sarsan bu insanlık dışı duruma sadece Precious ya da Merve Yeşiltaş’ın değil “milyonların gerçeği”. Dünyanın dört bir yanında sayısız kadın, erkeklerin sebep olduğu vahşetin kurbanı oluyor. Bu cinnet halini aşmak için ne yapılacağına dair herkesin bir fikri var. Mutlaka sizin de bir fikriniz var. Bunun üzerine bir şeyler söyleyip ahmaklık etmek istemiyorum.

Hatırlıyor, utanıyor ve susuyorum.



Artık söz hep kadınların olsun diyerek erkeklerin zulmüne maruz kalmış tüm kadınlar adına son sözü şairler Birhan Keskin ve Aslı Serin’e bırakıyorum.


“Zıvanalı geçme tekniği nedir Aslı bilir misin?

Bak öğren bunu.

Çünkü bu şiir birbirine geçmiyor.

Acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor, acıyor, soğuyor.

Bitişmiyor. Birinin acısı öbürüne geçmiyor.

Bütün kadınlara bundan böyle başka türlü “ateşli” olmayı

“şiddetle” öneriyorum Aslı

Çıkıp iki oda bir salondan

Ateşli silahlar elimizde, Uma’nın kılıcı belimizde,

Savunma ve dövüş sanatlarında ustalıklı.

anitsayac’ta bu kadar kadın ismi yeter,

Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan.”*



Sezer Demir


bottom of page